- Katılım
- 3 Eyl 2007
- Mesajlar
- 4,293
- Tepkime puanı
- 2
- Puanları
- 38
Öğrencilik yıllarım gerçekten dolu dolu geçti diyebilirim. Arkadaşlarımla birçok anım oldu. Bunları kaleme alıp kitaplaştırayım dedim. Bir kısmını yazdım ancak daha yazmadığım büyük bir bölüm var. Burada bir tanesini paylaşmak istedim. Her türlü acımasız eleştiriye açığım.
Yorumlarınız benim için önemli...

Orta okul 2. sınıftaydık. Fen Bilgisi öğretmeni Osman C..., tarım dersimize de girerdi. Havalar yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı ve biz, ikinci dönemin sonlarına yaklaşıyorduk. Arada bir öğretmen eşliğinde bahçeye çıkar, tarım dersi işlerdik. Tabii arazi olmanın inceliklerini böyle zamanlarda öğrenmiştik.İSMAİL ve TARIM YAZILISI
Tam, taş ocağının bulunduğu dağı keşfettiğimiz dönemlerdi. Birkaç kere dağa çıkmış, tadını almıştık. Hem böyle bir macerayı yaşamak hem de okuldan bir güncük kaçmak zevkli geliyordu. Genellikle yedi arkadaş hesapsızca planlardık. Sorgusuz sualsiz götürürdük kimisini. Kimisi de bizimle gelebilmek için kulis yapardı. Tabii çoğunlukla sınıfın erkeklerinin yarısı olmazdı.
Yine böyle günlerden birinde, artık fikir kimindi hatırlamıyorum ama dağa çıkma kararı aldık. Ancak işin farklı bir yönü vardı. Okuldan kaçacaktık kaçmaya ama o gün tarım yazılısı vardı. Bu da bizim engelimizdi. Havaların ısınması, bizim çılgınlığımız, yazılının tarım olması ve birbirimizi gaza getirmemiz sayesinde oyçokluğuyla, dönmemecesine kararı aldık. Nasıl olsa Osman Hoca bizi seviyor, arada bir de olsa bize tolerans sağlıyordu. Toplu kaçtığımız için bizi tekrar yazılıya alacak, notları da bol keseden dağıtacaktı. Ne güzel de her şeyi kılıfına uydurmuştuk, birkaç dakika içinde. Ne güzel de ertesi günü beklemeye başlamıştık, heyecanla.
O gece benim için geçmemişti. Çok geç saatlere kadar uykuya dalamamıştım. Öyle ya hem dağa çıkacaktık hem de o günkü derslerden yırtıp üstüne üstlük yazılıya da girmeyecektik. Bir öğrenci daha ne ister? Çalışmam gereken zamanda ben televizyon izlemiş, oyalanmış ve sonrada uyumuştum. Ertesi güne dinç ve enerjik olmam için uyumam gerekiyordu. Ben de öyle yaptım. Meğer hepimiz aynı şeyleri yaşamışız gece boyunca.
Sabah büyük bir heyecanla anne ve babama çaktırmadan sözde okula gidiyordum. Okula vardığımda herkesin hazır bulunduğunu gördüm. Grupla birlikte ilk defa geleceklerde bir heyecan ve tedirginlik görülüyordu. Ama yine de sözlerinde durmuş, tam vaktinde istenilen yere gelmişlerdi. Ama şaşılacak bir durum vardı. Sözünde durur dediğimiz İsmail, grup başkanı İsmail, yoktu. O olmazsa tadı olmazdı. Serdar’la kim uğraşacaktı. Aradan bir müddet geçtikten sonra İsmail’in geldiğini gördük ve ona doğru yönlendik. O ise sanki hiç heyecanlı değildi. Yanına varınca bize -o zamanlar ilginç gelen- kararını açıkladı. Neymiş efendim biz kaçınca yazılıya giremezmişiz. O da bunu kaçıramazmış. Karnesine üç düşermiş. Sanki dört dörtlük öğrenci ya! Bizim ikna etme çabalarımıza karşın o, Osman C...’na güvenmemiş olacak ki, okulun yolunu tuttu. Normalde bizi baştan çıkaran İsmail! Biz de bu yamuğu sineye çekerek yola çıktık.
Çoraplarımızın içinde terleyen sigaralarımızı içecek olmanın verdiği hazla, hızlı adımlarla Betonsan’dan Vali Göbeği’ne Atatürk Caddesi’den parka ve oradan da Lunapark’a kadar uzanan uzunca bir yolu katettik. Amacımız taş ocağının bulunduğu yerden dağa tırmanmak oradan Antakya’yı izlemek ve sigaralarımızı tüttürmekti. Dediğimizi yaptık. Şimdi delilik gibi gelen olan o dik dağa birer kedi çevikliğiyle tırmandık. İsmail’i konuşuyor, yazılıdan zayıf alması için bildiğimiz bütün duaları ediyorduk. Ama o kesin çalışmıştı ve sınıfta neredeyse erkek yokken onun sınıfta olması Osman Hoca’nın gözünde ona büyük bir artı getiriyordu. Biz bunları konuşurken zamanın geçtiğini fark etmiyorduk bile.Artık yavaş yavaş şehre inmenin vakti gelmişti.
Dağın arkasından, uzunca bir vadinin keskin kayalıklarından koşarak iniyorduk. Çünkü öyle daha az yoruluyorduk. Kurye Köyü’ne çıkıyordu bu ince yol. Dağın her iki yanını dolaşmış oluyorduk böylece. Oradan Sen Pierre Kilisesi’ne uzanıyorduk. Ve sonunda şehir…
Tabakhane tarafından okula doğru ilerliyorduk. Aklımızdaki bin bir soruyla. Acaba ailelerimiz fark edecek miydi? Osman C... bizi yazılıya alacak mıydı? Yoksa disipline mi verilecektik? Ya da İsmail acaba kaç alacaktı?
Soruların cevabını alabilmek için bir an önce İsmail’i görmek gerekirdi. O yüzden adımlarımıza biraz daha hız kazandırdık.
İsmail bize yazılısının çok iyi geçtiğini ve Osman Hoca’nın bizim hakkımızda bir şey söylemediğini söyledi. Bu da en azından disiplin korkumuzu geçirmişti. Ertesi gün okula gidip Osman Hoca’yla konuşmanın planlarını yapıyorduk. Bu kadar kişi olmayınca o da bize özel bir yazılı yapmak isterdi herhalde.
Bu düşüncelerle sabahı zor ettik. Ertesi günkü ilk derste o beklediğimiz mutlu haber geldi. Yazılımız haftaya yapılacaktı. Bu haber bizi çok sevindirmişti ama birinin moralini bozmuştu. Her ne kadar bize bir şey çaktırmamaya çalışıyor olsa da, biz İsmail’le dalga geçiyor, sinir ediyorduk. “Ne oldu oğlum! Biz sana demedik mi Osman Hoca bizi sever, tekrar yazılıya alır?” diye, yapabileceğimizi yapıyor, bundan sonraki gezilerde bu tür davranışlar içine girmemesi için bir ders veriyorduk bir anlamda. O da farkına varmıştı yaptığı eşekliğin ama iş işten geçmişti.
Aradan bir hafta geçti. Yazılıya girdik. Aynı sorular geldi ve gülen gözler…
Bir süre sonra sınıfla birlikte bizim yazılılarımız da okundu. Son dakikaya kadar heyecan vardı. Biz yazılıya girmiştik ve çoğumuzun notu beşti. Biz bunları düşünürken hepimiz aslında kendimizden çok İsmail’in notunu düşünüyor, düşük bir not gelmesi halinde onunla nasıl dalga geçeceğimizin planlarını kurup mutlu oluyorduk. Hoş, beş alsa da yine önemli değildi, çünkü biz okuldan kaçmıştık ve beş almıştık. Biz bunların hesabını yaparken beklenilmeyen bir şey oldu ve öğretmen İsmail’in notunu söylemedi. Herhalde öğretmen şaka yapıyor, bizim aramızdaki samimiyeti bildiği için böyle küçük bir şaka yaptı diye düşünüyorduk. Doğal olarak İsmail de böyle düşünüyordu. Fakat İsmail’in sorusuna Osman Hoca’nın verdiği cevapla kahkahalara boğulduk. Dakikalarca gülmekten konuşamadık. Bırakın konuşmayı, göz yaşlarımızdan etrafta ne olup bittiğini göremiyorduk.
- İsmail sen yazılıya neden girmedin? Bak arkadaşlarının girdiği ikinci yazılıya bile girmemişsin. Sıfır!
Güler misin ağlar mısın? Tabii ki gülecektik. Böylesine kırk yılda bir rastlanacak olaya gülmeyip de ne yapabilirdik? Zaten o günün intikamını almalıydık ondan. Böylece ödeşiyorduk.
Zar zor gözlerimizin yaşlarını silip İsmail’e baktığımızda bunun hala bir şaka olduğunu zannettiğini fark ettik. Osman Hocamızın gür, kendinden emin sesiyle o da kendine geldi. Ve işin gerçekten ilginç olduğuna kanaat getirmiş olmalı ki umudunu kesti. Ancak sormadan da edemedi:
- Hocam evde kalmış olmasın. Bir baksanız…