Can benim duydukların birinci ağızdan (bacanağım). Annesinden dolayı kendisi de aynı zamanda ingiliz vatandaşı olup çok uzun yıllardır orada yaşıyor. Uzunca bir süre şehirlerarası nakliye şirketi çalıştırdı, yani hergün yüzlerce mil yol yapan, trafikte boğuşan birisi. Ha, abartıp yalan söylediyse o da kendisinin ayıbı. Nakliye şirketini kapattıktan sonra kendisine Nissan Micra bir araba aldı. O arabaya da dünyanın parasını verip orjinal alaşım jant almış. Ben de paran mı çok gidip başka bir jant alsaydın ya dedim (konu benim eski model arabamın jantlarında dolayı başlamıştı). Alıp takmak sorun değil, ingilterede aracına kafana göre hiç bir eklenti yapamazsın, jantlarım orjinal olmadığı için de aracı rahatlıkla kullanamam, yakalarlarsa direk parka çekerler dedi. Teknik kontroller yapılmadan, gereken yerlerden izinler alınmadan kullanmak imkansız, izin almak da oldukca masraflı bir şey dedi. Ben de bu nedenle paraya kıyıp orjinal jantlarını aldım dedi. Kendisinin bir diğer sözü çok hoşuma gidiyor. Orada insan hakları çok yüksek seviyedeymiş. Devletin kurallarına illa ki uymak zorunda değilsin ama yakalanırsan da çok yalvarırsın derdi. Yani orada dayı, amca iş görmüyormuş. Hata yapmak bir kereye mahsusmuş. Bizdeki gibi abi bi idare ediver olayı kesinlikle yokmuş. Malatya'da dün meydana gelen üzücü olayı duymuşsundur. Bir yerde sorumsuz bir esnaf devletin polisini darp ediyor, senin benim hatta eğer vergi ödüyorsa( ki ben inanmıyorum) kendi ödediği vergilerle alınan devletin malına zarar veren bir zihniyet, diğer taraftan arasıra idare eden, dolayısı ile bir kereden birşey olmaz anlayışı ile ara sıra görevini tam yapmayan, kurallardan ödün veren devlet görevlileri. Bence dünkü olay "verirsen daha da isterler" veya (afedersiniz) argo bir tabirle "kıyakçılığın sonu ayakcılıktır" kuralına en güzel örnek.