Bu akşam şöyle bir dışarlarda dolaşayım dedim, geç saatte hazır trafik de yokken. Levent'teki evimden, Büyükdere Cad. takip edip, Maslak'ta İstinye sapağından aşağı sahil yoluna indim, sahilden Bebek-Ortaköy-Beşiktaş istikametinden Barbaros Bulvarına çıkıp, ordan tekrar Levent'e döndüm. Yaklaşık 25 km, dikkatli ve alıcı gözlerle kullandım aracımı.
Arabaya binmeden:
Aldım diye söylemiyorum demeyeceğim, çünkü almamdaki en büyük etkendi: Bu arabanın tasarımı hakikaten çok başarılı. Şekli, şemali, orantıları.. Özellikle yeni modellerdeki siyah tonlu stoplar, şimşek grisinde çok güzel duruyor. Keza krom çıtalar da. Astra, ilerlemiş yaşına rağmen "yakışıklı" bir araba ve gerçekten de bence HB sınıfındaki "standart" olarak en çekici tasarıma sahip model.
Neyse, arabanın yanına gidiyoruz ve ta-taaa: Korktuğum başıma gelmiş, maalesef dikine park yapılan otoparkımızda yanıma parkeden arabalardan birisinin muhtemelen kapısı, benim şoför tarafı kapı koluma topu iğne ucu kadar miniminnacık bir iz bırakmış
Gerçi, cidden çok ufak, ancak benim gibi arabasını yeni almış bir ruh (hastalığı) halinde olan bir insanın farkedebileceği türden. En azından kaportada değil, kapı kolundan birşey olmaz diyoruz, Nazardır diye düşünerek yola koyuluyoruz.
Seyir esnasında:
Otomobilimde emniyet kemeri uyarı ikazı yok. İyi birşey mi kötü birşey mi karar veremedim
Sonuçta çok sefer bana cinnet geçirtecek bir sistemdir bu, ancak bu arabada en azından ışıklı uyarı olarak olmasını beklerdim (kitapçığa göre aslında var)
Astra'da hararet göstergesi yok bunu biliyoruz. Ancak motorun soğuk olduğunu, yani optimum 90 derece civarına eriştiğini gösteren bir ibare de yok. Dolayısıyla motorun soğuk mu sıcak mı olduğunu anlayamıyoruz, o zaman da kaloriferi daha henüz motor soğukken çalıştırmak zorunda kaldım.
Motoru çalıştırdım.
Ses yalıtımı iyi. Şöyle ki; araba rölantideyken Japonlar, özellikle Honda kadar, sessiz değil. En azından hafif de olsa motorun çalıştığını duyabiliyorsunuz. Honda'da dikkatlice kulak kesilseniz dahi bu ses yok. Ancak, araba hareket edip devirlenince de, motor, rüzgar ve lastik sesi çok az seviyede, oysa Honda'da süratlendikçe arabanın içinde yol ve rüzgar sesinin senfonisi başlıyor. Otomobilimizi rölantide çalıştırıp beklemeyeceğimize göre, özellikle önem verdiğim ses yalıtımı konusunda Astra için başarılı diyebilirim.
Bozuk zeminde ve çukurlarda sağ ön kapıdan bir tıkırtılar geliyor. İnanın takmadım bile. Bu konuda lafı da geçtiği için söylüyorum, şirket arabası olarak bir Megane Sedan 1.5 dci kullanıyorum, sayısız defa da şirketteki Focus'lara binmişimdir. Onlardan gelen tıkırtı, çıtırtı, motor gürültüsü, sinir bozucu seslerin yanında, bu hafif tıkırtılar inanın hiç birşey değil, üstelik de çok kısa bir süre (1-2 sn) sürüyor, yol düzeldiği an yok oluyor. Gerçi kullandığımız ve bizi her gün Levent'ten Dilovası'na götüren Megane 2004 model ancak bu sınıf bir arabada gerçekten de oyuncak gibi kontrol elemanları, sert bir plastik kalitesi, inanılmaz düşük donanım (çubukla ayna ayarı mı kaldı allah aşkına??) yüzünden hiç bir şekilde Renault düşünemiyordum. Ayrıca bir Magirus minibüs kadar kemikli ve hissiyat veren vites yollarını da Renault'ya yakıştıramıyorum, üzgünüm.
Astra'ya geri dönersek. Gaz pedalını dozajlamaya biraz alışınca, ilk gün yaşadığım bir takım sıkıntılar yok oldu. Aracın performansından genel olarak memnunum, zaten Polo'dan sonra memnun olmamam için de hiç bir sebep yok. Yalnız Polo'da süspansiyonlar daha yumuşaktı, Astra'nınkiler biraz sert, çukurları popomda daha fazla hissediyorum, ancak iç mekana aldığı süspansiyon sesi Astra'nın çok daha az Polo'dan. Polo'da bir tümsekten yumuşak bir şekilde Bong! diye geçerken, Astra'da dıpts! diye geçiyorum ama tümseği de hissediyorum.
Polo'nun 4 kollu simidinden sonra, 3 kollu Opel simidi daha estetik görünmesine rağmen, biraz yadırgadım. Bunda elimin dört kollunun sol alttaki bölmesine girecek şekilde alışmış olmasının yanında Polo'nun direksiyonunun daha küçük olmasının da etkisi var.
Daha önce kol dayamanın uzunluğundan şikayet etmiştim. Bunu biraz oturma pozisyonuyla oynayarak çözdüm, ancak bu sefer de kapı koluna dayanmaya alışmış sol dirseğim havada kaldı. Koltuğun beşik hareketiydi, ileriydi, geriydi, sırtı yatırmaydı, direksiyonu öne aşağı yukarı almaydı bilmem neydi derken kendim için optimum bir pozisyon yakaladım nihayet. Hem sol kolum kapı koluna dayanarak direksiyona hakim olabiliyor, hem de sağ kolum vitese uygun bir uzaklıkta keyif yapabiliyor kol dayamada.
Arabayı sürmek çok keyifli. Yol tutuşu, yumuşak vites geçişleri ve hızlı tepki veren direksiyon sayesinde, 25 km'lik yoldan oldukça fazla keyif aldım. Ortalamanın biraz üzerinde bir ses kalitesine sahip müzik sistemine Hotel Costes'i de takınca, çalan müziğe uygun seviyede kaliteli bir otomobil iç mekanı içerisinde çok güzel bir mini-İstanbul turu attım arabamla.
Eve dönüş:
Eve geldim ve beklenen acı gerçek; otopark'ta yer yok. Daha doğrusu var, ancak iki arabanın arasındaki pek de geniş olmayan bir yere parkedebilmek lazım. İlk kez paralel park denedim Astra'yla. Polo'nun belki de en beğendiğim yönüydü kolay kullanımı ve park edebilme rahatlığı. Oldukça iyi görüş açılarına sahipti ve tüm araca mukayet olabiliyordum. Astra'yı da o dar yere park etmeye niyetlendim. Sonuç: Park yeri:1 mert:0. Kesinlikle kötü şoför olduğum için parkedememiş değilim. Astra'nın özellikle arka görüşü ne yazık ki biraz kısıtlı. Arabanın boyutlarına alışana kadar sanırım biraz süre geçecek. Ayrıca, park sensörü öylesine ciyaklıyor ki, henüz ona da alışamadım, ne kadar öterse ne kadar mesafe kaldı kestiremiyorum. Tüm bunlardan önemlisi, henüz ikinci günümde tamponumu çizdirmek istemedim, amiyane tabirle "yemedi"
. Bu yüzden 30-40 mt yukarıda düzgün bir boş yer buldum, oraya bıraktım, varsın yürüyeyim biraz.
Eve girince Astra'nın kullanım kitapçığına tekrar kısaca bir baktım. Aslında oldukça detaylı ve faydalı bir kitapçık ve çokça da bilgi içeriyor. Bence her Astra sahibinin sıkıldıkça okumasında fayda var, satır aralarında çok güzel ipuçları yakayabiliyorsunuz bazen.
Şimdilik benden bu kadar
herkese iyi geceler.